
Taşoz adasının karşısında Abdera’da doğan Democritus gezginci bir bilgindi. Matematik, biyoloji, coğrafya, gökbilimi, ekonomi ve sosyoloji üzerine bilgisi vardı. “Democritus, maddenin çeşitli boyutlarda ve biçimlerde, değişik hız dereceleri olan atomlardan oluştuğu düşüncesiyle, ilk atom kuramını ortaya atmıştır. Bu sözleri arasında atom kuramının temelleri gizlidir. Hiç bir şey rastlantı sonucu ortaya çıkmaz. Ancak mantık ya da bir gereksinme sonucu var olur. Hiç bir şey yoktan var edilmez ve var olan hiç bir şey de tümüyle yok edilmez. Evren, bir dış etkenle oluşturulmadığı için de sonsuzdur. Var olan her şey atomlar ve bu atomların arasındaki boşluklardır…Democritus’un deli olduğunu söyleyen hemşehrileri onun, ünlü tıp bilgini İstanköy’lü Hippocrates’ten muayene edilmesini isterler. Filozofu muayene eden Hippocrates, ‘Hasta değil, pek büyük bir akıl ve deha’ olduğunu söylemiştir. En küçük atomdan tutunuz da en büyük yıldıza kadar her şeyin harekette olduğunu ta o zamanlar söylerdi. Bu kadar eski bir çağda bu kadar ileri düşünceli bir bilgin daha görülmemiştir. Eserlerinin birçoğu zamanımıza kadar ulaşamamıştır. Matematik çalışmaları da çok ileri düzeydeydi. ‘Sayılar’, ‘Geometri’, ‘Teğetler’ ve İrrasyoneller’ belli başlı eserleridir.” [I]
Böyle başlıyan atom kuramı binlerce yıl sonra atom çekirdeğinden enerji edinmeye kadar gelişmiştir. Atom enerjisi santralı kurmak için zenginleştirilmiş Uranyum gereklidir. Türkiye’deki ilk Uranyum aramalarında çalışan Türkiye’nin en uzun ‘Genel Direktör’lüğünü yapmakla ünlü Doçent Dr. Sadrettin Alpan, Hizmet Biter mi?[II] adlı anı kitabında Maden Tetkik ve Arama Enstitüsünün kuruluşunu şöyle anlatıyor “İnsanlar yerkabuğunudan daha fazla istifade ettikçe daha modernleşmişler. Hangi toplum veya ülke yerkabuğununu daha iyi değerlendirmişse o ülke daha çok gelişmiştir. Ekonomik ve sosyal kalkınma, üzerinde yaşadığımız yeryüzeyinde ve yerkabuğunda mevcut kaynakların bulunup değerlendirilmesi ve (endüstrileşme) ile mümkün olur. Bunun bilincinde olan Cumhuriyetimizin kurucuları Atatürk ve arkadaşları ileri görüşleri ile Türkiye’de 22 Haziran 1935’de üç kuruluş kurmuşlardır. Bunlar Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü Genel Direktörlüğü, Etibank ve Sümerbank Umum Müdürlükleri’dir. Bu üç kuruluştan MTA doğal kaynakları bulacak, endüstrileşme için projeler üretecek; Etibank üretimi sağlayacak; Sümerbank çeşitli endüstüriler kuracaktı. Memleketimizin değerli yöneticeleri bu kuruluşlardan MTA’nın Genel Direktörlükle yönetilmesini ve isminin de Enstitü[III] olmasını istemişlerdir. Enstitü ismi ile MTA’ya ‘bilimsel’ bir karekter vermişlerdir. Uygulamalı maden arama faaliyetleri yanında bilimsel araştırmalarla bulunan taş toprak, ham madde, metal kömür gibi doğal enerji kaynaklarının en iyi şekilde değerlendirilmesi için araştırma imkanı verilmiştir….MTA, bu görevleri yaptı mı? Evet yaptı. Kuruluşundan(1935) itibaren günümüze kadar 70 yılda yapılan fedakarane çalışmalar çok başarılı oldu. Çeşitli endüstriyel hammadde, maden, kömür. Petrol. Jeotermal enerji kaynakları bulunarak memleketimizde cam, çimento, seramik, ferrokrom, aluminium, çelik, bakır, endüstrisinin kurulmasını; petrol bularak TPAO,PETKİM, Tüpraş, İptaş, Botaş’ın kurulmasını, jeotermal enerjiyi bularak enerji üretiminin ve konut ısıtmasının başlamasını; çeşitli yerlerde linyit kömürlerini bularak elektrik santrallarının kurulmasını sağladı. Radioaktif mineraller uranium ve toryum bularak sarı pasta (%60lık uranium konsantresi) üretti. Sıcak su kaplıcalarının etüd ve aramalarını yaparak sağlık ve turizimde kullanılmasının öncülüğünü yaptı. Dünya’da en büyük bor tuzu endüstrisinin kurulmasına öncülük etti. Önemli bir buluş da dünya çapında büyük bir rezerv olan Trona’dır.”
Kadir Temurçin ve Alpaslan Aliağaoğlu Nükleer Enerjive Tartışmaları ışığında Türkiye’de Nükleer Enerji Gerçeği adlı yazılarında Türkiyede’ki Uranyum ve Toryum Rezervlerini değerlendirmişler özetle‘MTA’nın sistemli çalışmaları ilk 1956 yılında başlamış ve bu çalışmalar 1990 yılına kadar devam etmiş ama kaynak yetersizliğinden durdurulmuş. Yapılan çalışmalar sonucu 5 yerde 9129 ton uranyum bulunmuştur. Karadeniz tabanında, Van gölü tabanında, Fosfat yataklarında Mazıdağ’da, Kömür yataklarında Elbistan, Beypazarı, Orhaneli, Çan gibi, Şırnak asfaltitlerinde (Tüsiad1998). Ülkemizde ticari manada Uranyum dolayısıyla sarı pasta üretimi söz konusu değildir. Nükleer santralın olmayışı, arama faaliyetlerinin durdurulması ve mevcut yataklardan dünya fiyatları düzeyinde üretim yapılmayışı bu durumun başlıca nedenleridir. Toryum sırasını bekleyen bir nükleer enerji hammaddesidir. Bu durum nükleer yakıt çeviriminin bir sonucudur. Toryum 232 bazı işlemlerden sonra uranium 233’e dönüştürülebilmektedir. Uranyum 233’de uranium 235 gibi parçalanabilir bir maddedir. Ülkemizde MTA tarafından yapılan aramalar sonucu Eskişehir-Sivrihisar-Kızılcaören yöresinde zengin toryum yatağı bulunmuştur. Toryum belirtilerine rastlanan başka saha ise, Malatya-Hekimhan-Kuluncak’tır.’
Doçent Dr. Sadrettin Alpan anılarında 1960 yılında Türkiye Atom Enerjisi Kurumu üyesi olduğunu ve ilk anısı Küçükçekmece’de kurulan Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi ile ilgili Başbakanlıkta yapılan bir toplantıdır. ‘1960 yılında Başbakanlık Müsteşarı Alparslan Türkeş Atom Enerjesi Komisyonuna Başkanlık yapıyordu. Başbakanlıkta yaptığımız ilk toplantıların birinde konu Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi idi; Alparslan Türkeş ‘yeni kurulmakta olan bu nükleer araştırma ve eğitim merkezine ne isim verelim?’ dedi. Bir profesör ‘Atatürk’ ismini verelim dedi. Alparslan Türkeş cevaben: Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi 1MGW küçük bir tesis, Atatürk’ün adını bu küçük merkeze değil; fakat ileride yapılacak daha büyük asgari 300MGW büyük bir nükleer enerji merkez ve tesisisne verelim’dedi. Alparslan Türkeş’in cevabı çok doğru idi ve çok taktir ettim….Alparslan Türkeş’in ‘Atatürk’ isimini vermeyi düşündüğü ileride yapılacak Nükleer Enerji santralı bugüne kadar yapılamadı.’ Daha sonra bugüne kadar ki gelişmeleri anlatıyor anılarında. Kanada’nın 1966-1967 de 400milyon dolar nükleer santral için kredi açtığını ama bunun çeşitli nedenlerle kullanılmadığını daha sonra 1970lerde Mersin Akkuyu’da yer olarak karar kılındığı ve etütlerinin yapıldığı ‘fakat Türkiye’de her zaman olduğu gibi, nükleer enerji karşıtlarının devamlı ve çeşitli baskı ve nümayişleri neticesinde karardan vaz geçildi.’ Atatürk’ün subay çocuklarından olan tüm yaşamını Cumhuriyetin kurumlarına atamış Doçent Dr Sadrettin Alpan tüm içtenliği ile nükleer enerji santrallarının ülkemizde kurulmasına taraftardır ‘Nükleer Enerji santrali konusunda bir karar verilirse, santralin inşaat ve çalıştırılmasında hiç bir problemle karşılanmayacaktır.’
Bunun gibi bir çok bilim ve teknik insan nükleer enerjinin gereğine inanmış durumda tabii bir kısmı da çıkarları için nükleer enerji taraftarı. Yukarıda adı geçen Temurçin ve Aliağaoğlu yazılarında nükleer karşıtların görüşlerine yer vermelerine rağmen sonuç olarak nükleer enerjiyi savunmuşlardır ‘Bugüne kadar yapılmış olan bir çok girişimden sonuç alınamadığı için devlet nükleer santral kurulması konusunda daha kararlı davranmalıdır. Kurulacak nükleer santral veya santraller için ülkemiz şimdilik yeterli hammadde kaynağına sahip görünmemektedir. Dolayısıyla uranyum aramalarına yeniden başlanmalıdır. Kamuoyu nükleer teknoloji hakkında olumlu olmayan bir yargıya sahiptir. Bu durum nükleer teknolojinin daha etkin bir şekilde tanıtımı ile ortadan kaldırılmalı ve halk bilinçlendirilmelidir. Başka bir anlatımla bu teknolojiye karşı tutumlar ideolojiktir. Bu ideoloji nükleer teknolojiyi kapitalizmle eş anlamlı görmektedir. Onlara göre nükleer teknoloji çok miktarda kapital, dolayısıyla kapitalizm anlamına gelmektedir. Oysa bugün tesis halindeki santrallere en fazla sahip olan sosyalist ülkelerdir. Kaldı ki, Rusya Federasyonu, nükleer teknolojiyi kullanarak elektrik üretimi amaçlı ilk santrali kuran ülke konumundadır. Amaç ülkenin ulusal çıkarları olmalıdır.’
KAZMA
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Rusya’da “Akkuyu dünyaya örnek bir yatırım olacak” mesajı verdi. Nükleer enerjide sürecin işlediğini belirten Erdoğan, “Olumsuz bir netice doğacak diye siz yatırımdan vazgeçemezsiniz. Nükleer enerjide Rusya ile attığımız adımda aylar değil, haftalar sayıyoruz. Bir an önce başlamak istiyoruz. Her şey tamam, kazmalar vurulacak” dedi. Bunu Japonya’daki Fukuşima’daki felaketten sonra söyledi. Her halde başbakanımız nükleer konuda Rusya’da iyice bilinçlendirilmiş. Mutlaka Çernobil yöresini gezmiş orada Nazım Hikmet’ten şiir okuyup ölenler için ağlamıştır.
Kız Çocuğu
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Gerçi kendi memleketi Karadeniz’de Volkan Konak Çernobil hakkında bir çok araştırma sunabilir.
Sinop’taki Nükleer Santralı yapacak Japonların reaktörlerinde yalnız 1992 yılında 222 kaza olmuş yani bu son felaket görünmeyen kaza değil. Zaten şimdiye kadar olan kazaların hiçbiri görünmeyen kaza değil ve bu kazalar sayısız ve bir kısmı da İngiltere gibi önce gizli tutulup sonra ortaya çıkmış. Amerika’da benim de orada yakınında bulunduğum Three Mile İsland kazası bir kaç ay önce piyasaya çıkan ve keyifle seyrettiğim Jane Fonda ve Jack Lemmon’un Çin Sendromu filminin gerçek çekimi gibiydi! Anlaşılan bu tür kazaların olabileceğini gören ve uyaran insanlar dinlenmiyordu! Behiç Ak
Bu konuda yeteri kadar yazıldığı için daha fazla uzatmıyacağım ancak bir de şu noktaya dikkati çekeceğim tüm iyi ya da kötü yönleri bir yana bırakalım bu santralleri Anadolu insanı kendi yapmayacak ve ülkemizde bulunan uranyumunu bile kullanmayacak, ithal edecek.
Anadolu ya da Anatole güneşin ülkesinde böyle tehlikeli enerji kaynaklarına gerek yok!
Hititlerin sembolu haline gelen güneş aslında Anadolu’nun en eski halkı Hattilere aittir ve bu sembol boşuna ortaya çıkmamıştır güneş enerji demektir ve günümüzde de artık bu tekrar anlaşılmakta ve her geçen gün daha çok kullanıma konulmaktadır. 1989 Yılında Ankara Üniversitesi Öğrencileri Hitit Güneşi Formula-G Takımını 2003 yılında TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisinin çağrısına karşılık kurmuş ve ülkemizin ilk güneş arabası yarışı olan 2005 Formula-G Yarışında aldığı derece üniversitelerini temsil etmişlerdir. Fizik Araştırma Topluluğu ve bünyesindeki Hitit Güneşi Formula-G Takımı ile Ülkemizde Alternatif Enerji ve Ulaşım Teknolojilerinin geliştirilmesine katkıda bulunmak, bu doğrultuda üyelerinin ders dışındaki gelişimlerini sağlayarak mezuniyet sonrasına hazırlamak ve güçlü kadrosuyla Ankara Üniversitesini en iyi şekilde temsil etmektir.
Anadolu’nun Hitit Güneşinden Doğan Güneşin Ülkesine geçmiş olsun!