Türkiye’de güneşin en son battığı yer olan Gökçeada renklerini cömertçe sergilerken misafirlerine tarih ve doğa eşliğinde güzel bir seyahat vadediyor.




“Denizin diplerinde, uçurumlarda, Tenedos’la kayalık İmroz arasında bir mağara vardır; geniş, kocaman dinlendirirdi orada atlarını Poseidon; yeri sarsan.” (Homeros, İlyada Destanı)
Anadolu Coğrafyasında yaptığımız en renkli yolculuklardan biride Gökçeada (İmroz) yolculuğuydu. İstanbul üzerinden gittiğimiz adaya oldukça heyecanlı bir yolculuk sonrasında ulaşabildik. 5 Nisan pazartesi akşamı saat 19.00’da Kabetepe’den kalkan feribotu son anda yakaladık. Gökçeada 1 isimli feribota aracımızla girmemizin ardından kapak kapandı ve feribot hareket etti. Öğrenci ve askerlerin çoğunlukta olduğu feribotta adada yaşayan Türkler ve Paskalya için gelen Rumlarda eklenince feribot tamamen dolmuştu. 1 saat 15 dakika süren rahat bir yolculuğun ardından adaya ulaştık. Feribottan indikten sonra aracımızla kısa bir yolculuk sonrasında eski adı Panayla olan Gökçeada merkezine ulaştık. Yemek yiyip üstüne de sakızlı muhallebinin tadına baktıktan sonra yorgunluk çaylarımızı içip kampımızı kuracağımız Yıldız Koyuna doğru yola koyulduk.




Çadırlarımızı kurup güzel bir uyku çektikten sonra Gökçeada merkezini ve köyleri gezmeye hazır olacaktık. Sabah çadırlarımızdan çıktığımızda parlayan güneş bize güzel bir gün geçireceğimizi müjdeliyor gibiydi. Vakit kaybetmeden hayalet köylere dönüşmüş eski Rum yerleşim yerlerini dolaşmaya başladık. Sizin için Gökçeada’yı keşfetmeye çalıştığımız bu yolculuğun ayrıntılarını paylaşmadan önce yolculuk sırasında beni yalnız bırakmayan değerli Hulusi Kaya’ya ve bize son anda katılma kararı alarak renk katan sevgili Hafize Yiğit’e teşekkür etmek isterim.




Gökçeada Merkezi
Çanakkale ilimize bağlı olan Gökçeada’nın toplam nüfusu 8672. Türkiye’nin en batısında kaldığı için Gökçeada ülkemizde güneşin son battığı yer olarak da bilinir. 1970 yılına kadar İmroz ismini taşıyan Gökçeada Kuzey Ege denizindeki iki Türk adasından biri olduğu gibi Türkiye’nin en büyük adası olma özelliğini de taşımakta.




Mitolojiye göre Gökçeada (İmroz) ve Semadirek adaları arasında Akhilleus’un annesi Thetis’in sarayı vardır. Gökçeada ile Bozcaada (Tenedos) adaları arasında ise Poseidon’un kanatlı atlarının ahırları bulunur. İmbros (imroz) çorak topraklardaki bereket tanrısı anlamına gelir. Gökçeada’nın merkezi adanın ortasında kalır. Merkezin kıyıdan uzak olmasının sebebi dışarıdan gelen saldırılar sırasında zaman kazanmak olarak düşünülüyor. Üç mahalleden oluşan ada merkezinde yer yer eski yapılar kalmış olsa da ağırlık yeni yapılarda.
Zamana direnip bu güne kadar ayakta kalabilmiş eski yapılarında durumları pek parlak olmadığı gibi çoğu yıkılmak üzere. Köylere ve plajlara kalkan minibüsler de merkezden hareket ediyor. Alışveriş yapılabilecek dükkânlar, otel ve lokantalar da genelde ada merkezinde yer alıyor. Gökçeada’yı ziyaret edenlerin en çok şaşırdığı konu ise adadaki su bolluğu.
4 gölet ve 1 baraj gölünün bulunduğu Gökçeada tatlı su kaynağı zenginliği açısından Ege Denizi’nin birinci dünyanın ise dördüncü sırasında yer alıyor. Olumsuzluklardan bahsetmek gerekirse yolların bozukluğu birinci sırada yer alıyor. Büyük bölümü sit alanı olan ada bu sayede büyük ölçüde korunmuş. Adanın dokusunun bozulmamış olması güzel fakat Yunan adalarının dünyada nasıl bir marka haline geldiğini düşünürsek ülkemizin az sayıda adasından biri olan Gökçeada’nın bu günkü durumu üzüntü vericidir.
Dünyanın her yerinden ziyaretçi çekme potansiyeli bulunan bir adanın bu durumda olması esnafın ve ada sakinlerinin genelinin günlük yaşamına da yansımış. Birkaç aylık bir hareketlilik sonrası ada uzun süre sessizliğe bürünüyor. Gökçeada’daki kurumların her konuda desteklenip ada sakinlerini turizm konusunda bilinçlendirilmesi öncelikli bir ihtiyaç gibi görünüyor. Ülkemizin birçok turistlik bölgesinde olduğu gibi burada da kaliteli hizmet sunma ve marka olma konusunda bazı sıkıntılar var. İnanıyorum ki doğru adımlar atılırsa Gökçeada Türkiye turizminin yıldızı olacaktır.
Arnavut kaldırımlı sokaklar, çeşmeler, taş evler, çamaşırhaneler ve kiliseleri ile kendisini ziyarete gelecek konuklarını bekleyen bu şirin ada her geçen gün daha da dikkat çekiyor.
Kaleköy
6 Nisan sabahı çadırımızı topladıktan sonra gündüz gözüyle Yıldız Koyunda bir gezinti yaptık. Deniz kenarından doğuya doğru yürümeye başladığımızda ilk ilgimizi çeken sahilde kayaların ilginç görüntüleri oldu. Biraz daha ilerlediğimizde sahil kenarında harabe haldeki bir manastır ile karşılaştık. Üzerinde haç bulunan paslı demir kapısı yere devrilmiş bu yapı hakkındaki ortak düşüncemiz yakın zamanda yapılmış olduğu idi. Daha sonra 10 dakika mesafedeki Kaleköy limanına giderek Aya Nikolas Kilisesinin birkaç fotoğrafını çektik. Limanda kısa bir gezinti ardından rotamızı Kaleköy’e çevirdik.
İsmini köyün hemen üstündeki kaleden alan Kaleköy’de aynı zamanda bir zamanlar Gökçeada’nın metropolitan kilisesi olan Aya Marina Kilisesi bulunuyor.
Kale, Kilise ve birbirinden şirin sokakları dışında günbatımının en güzel seyredilebildiği köylerden biri olan bu güzel köyde daha fazla zaman geçirmek isteyenlerin konaklayabileceği birbirinden şirin otel ve pansiyonlar ziyaretçilerini bekliyor.
Bademli
Eski adı Gliki olan Bademli yüksek bir tepe üzerine kurulu. Adını etrafını saran badem ağaçlarından alan köy adada koruma altına alınan dört Rum köyünden birisi. Daha önce geçimini meyve yetiştirerek, hayvancılık yaparak ve süngercilikle kazanan köyde 160 hane olduğu söyleniyor. Şimdilerde sessizliğe bürünen köydeki tek kahveyi de Dimitri işletiyor.
Köyü dolaşmaya devam ettiğimizde üzerinde tarihi bir çınar ağacı bulunan çamaşırhane gözümüze çarpıyor. Hemen yakındaki zeytinyağı fabrikasını gezip birkaç fotoğraf çektikten sonra bu güzel köyden ayrılıyoruz.
Zeytinliköy
Gökçeada’nın en hareketli köylerinden biri olan Zeytinliköy’ün 16. yy’da kurulduğu söyleniyor. Eski ismi Aya Theodori olan Zeytinliköy’ün etrafı isminden de anlaşılacağı gibi zeytin ağaçları ile sarılı.
Merkeze uzaklığı 3 km. civarında olan köye yürüyerek ulaşmakta mümkün. Gökçeada’da Rum mutfağına özgü cicirya, vişiada ve frappe’yi tadabileceğiniz tek köy olan Gökçeada’ya gelenlerin yemeden dönmediği sakızlı muhallebiyi Beşiktaşlı Hristo’nun yerinde tattıktan sonra köy meydanındaki Madam’ın Yeri’ne uğrayarak meşhur dibek kahvesini tadabilirsiniz.
1780 tarihini taşıyan Gökçeada’nın en eski Kilisesi olarak bilinen Ayios Yioryios Kilisesi’de bu köyde bulunuyor. Her köşesini gezip görme imkânı bulduğumuz bu şirin köyün sokakları ve çevresi oldukça temiz ve düzenli.
Tepeköy
Adına yakışır şekilde köyün en yüksek yerinde kurulmuş olan Tepeköy Osmanlı arşivlerine göre bir gözetleme yeridir. Köyün eski ismi Agridia Yunancada küçük tarlalar anlamına geliyormuş.
Volkanik Aya Dimitri tepesinin yamacına kurulmuş bu şirin köyün merkeze uzaklığı 11 km. Son derece bakımlı bir mezarlığı bulunan köyde 1970 öncesi 1200 kişinin yaşadığı biliniyor.
Her sene 15 Ağustos’da kutlanan Meryem Ana Panayırı’na İstanbul ve Yunanistan’dan gelen Rumların da katılımıyla köy oldukça hareketleniyor. 1832 tarihini taşıyan Evangelismos Teotoku Kilisesi’de bulunduğu köy koruma altındaki Rum köylerinde biri olma özelliğini de taşıyor.
Tepeköy’ü gezdikten sonra yorgunluğunuzu atmak için köyün müthiş bir manzarası eşliğinde nefis bir kahve içip kendinizi ödüllendirebilirsiniz.
Dereköy
Adanın batısındaki tek Rum köyü olan Dereköy merkeze 16 km. uzaklıkta. Terk edilmeden önce 1950 hane olduğu söylenen Dereköy adanın ve Türkiye’nin en kalabalık köyü olma özelliğini taşıyormuş.
Şimdilerde 60 hanenin bulunduğu köyde daha önce 22 kahve, 2 sinema, 3 zeytinyağı imalathanesi, çok sayıda küçük dükkân bulunduğu gibi adanın en büyük çamaşırhanesi de bu köyde bulunuyormuş.
Hala gezilebilir durumda olan bu çamaşırhane adada mutlaka görülmesi gereken yapılardan bir tanesi.
Anayol üzerinde bulunan Aya Marina ve köyün içindeki Koimesis Tis Theotokos Kilisesi bugünde ibadete açıktır.
Köyün içindeki kilisenin hemen karşısında Türk bir ailenin işlettiği kahvede güzel bir çay içip ailenin ürettiği üzüm likörü, karadut reçeli, keçi peyniri ve ev şarapları satın alabilirsiniz.
Gökçeada’dan Ayrılırken
6 Nisan akşamı saat 17.00’da kalkacak olan feribotu beklerken Gökçeada’da yaşadıklarımızın ve gördüklerimizin son bir kez üstünden geçme olanağı bulduk.
Sörf yapılan plajları, birbirinden güzel koyları, şirin taş evleri, göletleri, kaleleri, şelalesi ve birçok güzelliği ile patlamaya hazır bir turizm bombası gibi duran Gökçeada’nın bugünkü durumu maalesef pekte istenildiği gibi değil.
Zeytinyağı, keçi peyniri, şarap ve deniz ürünler Gökçeada’ya has olduğu gibi son derece lezzetliler. Ada da yaşayan kültür farklı olduğu kadar oldukçada zengin. Fakat üzülerek söylemek gerekirse bu güzelliklerin sunumu konusunda çok mesafe kaydedilememiş.
Umarım ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi burada da kolaya kaçıp tüketen bir turizm modeli gelişmez. Bu aşamada Gökçeada sakinlerine çok iş düştüğü bir gerçektir. Yukarıda saydığımız güzellikleri koruyarak ziyaretçilere en doğru şekilde sundukları takdirde ferah bir yaşamın onları beklediği de kesindir.
Yazı: Özgür Aydoğan
Fotoğraflar: Hulusi Kaya & Özgür Aydoğan