Tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan kent; yüzyıllar boyunca Güneydoğu Anadolu’nun fikir, sanat, kültür ve bilim merkezi. Önemli bir ticaret merkezi olan şehir günümüzde de bu özelliğini hala korumakta…
Kentin mutlaka görülmesi gereken, Surları, Malabadi Köprüsü, Ulu Cami, Kervansarayı, Ongözlü köprüsü ve edebiyat dünyamızın usta şairlerinden C.Sıtkı Tarancı’nın Müzesi.
Okurun da tahmin edeceği gibi, Güneydoğu Anadolu’ya gidiyoruz. Diyarbakır’a…
Nam-ı diğer; Diyar-ı Bekr.. Assur kaynaklarında ki adı; Amidi.. Yunanca ve Latince kaynaklarda ise bu ad Amido veya Amida yazılır.. Arap akınları sırasında bölgeye yerleşen bir aşirettir Bekr.. Bu nedenle Diyar-ı Bekr olan isim zamanla Diyarbakır olur.
2005 yılı Haziran ayının son günleriydi ilk ziyaretim. 2008 Nisan, yine ayın son günleri ve ikinci kez Diyarbakır’dayım. Bu kenti yeniden keşfetmeye vaktim yok, seminer için buradayım, otele hapsolmuşum, elimde kamera, tarih kokan, yılların yaşanmışlığı sinen, serin, taş duvarlı sokaklarını yeniden keşfedememenin üzüntüsü var içimde.
Akşamı bekliyorum sabırsızlıkla, eski çarşıdan alışveriş yapmak niyetindeyim. Ancak bu arzum da gerçekleşemiyor, son konuyu anlatan eğitmen arkadaşımın işi uzadıkça uzuyor, sorular uzadıkça uzuyor. Saate bakıyorum uçuşa iki saat var, alış veriş yapmaya da zaman kalmıyor. Alış veriş hevesimi bir sonraki ziyarete bırakarak kırk dakikalık sunumum için mikrofunun başına geçiyorum, sunum sonunda bir iki soru, yanıtlar derken bitiriyoruz bir eğitimi daha… Seri davranmak zorundayız, neredeyse yemek yemeye dahi vakit kalmayacak. Arkadaşlarım hazır beni bekliyorlar. Eğitim materyallerini toparlayıp, kurumun yöneticileri ile vedalaşarak dokuz saattir hapsolduğumuz otelden dışarı atıyoruz kendimizi.
Ve işte Amed, işte Diyar-ı Bekr, işte Diyarbakır… Havasını koklamak dahi yetiyor bu güzel kenti hissetmek için.
Şanslıyız yemek yiyeceğimiz yer havaalanına on dakika mesafede kebapları ve künefesi ile ünlü; Özler Kebap…
Havada, baharın akşam serinliği var, tatlı yumuşak bir serinlik. Terasta oturmayı öneriyorum arkadaşlarıma… Biz masada yerlerimizi almaya çalışırken, garson elinde zengin bir tepsiyle masamızı çeşitli salata ve yeşilliklerle donatıyor. Adana, Antep, Urfa, Mardin’den sonra şimdi Diyarbakır’da da bu sebze zenginliği ile karşılaşmak şaşırtmıyor beni. Hele de kebablarının lezzetine diyecek yok. Bilen bilir, Anadolu’da doğal meralarda yetişen hayvanların eti her zaman çok lezzetlidir. Tadı damağımızda kalan künefeden hiç bahsedemeyeceğim, onu ancak tadan anlar. Tadan bilir o tarif edilmez lezzeti..
Yıllardır İstanbul’da künefe diye yediğim tatlının, aslında buralarda ki künefe ile yakından uzaktan bir akrabalığının olmadığını öğreniyorum, nar gibi kızarmış incecik tel kadayıfın arasında eriyen peynirin damağımda bıraktığı tatla… O günden beri İstanbul’da künefe yemiyorum… Akıl defterimi açıp şu notu düşüyorum; Herkes bu künefeyi bir gün ÖZLER…
Düşerse yolunuz bir gün, Anadolu’nun fikir, sanat, kültür ve bilim merkezi kentine Özler Kebap’ın kebaplarını ve künefesini tatmadan dönmeyin…
Yeni diyarlar da ve tatlar da görüşmek dileğiyle.
Yazı: Şükran Lılek Yılmaz