Çar. Tem 9th, 2025
Ciddi bir dağ olan Elbrus’un şakası yoktu. Her yıl 15-30 dağcının hayatını kaybettiği bu dağda bizim de oradayken, morallerimizi fazlasıyla bozan gelişmeler olacaktı.
0 0
Read Time:6 Minute, 35 Second

Elbrus (Mingitav) Tırmanışı – 14-22 Ağustos 2015 – Mehmet GÜLTEKİN

        2013’te Verçenik ve Büyük Kaçkar zirve tırmanışlarında tanıştığım arkadaşım Sinan FAKİR’le bir yıl önce de Gürcistan’ın Güney Osetya Özerk Cumhuriyeti’ndeki Kazbek dağına tırmanmıştık. Kazbek zirveden dönüşte “Seneye de Elbrus yapsak mı?” sorusunu irdelemiştik. Ve Kazbek çıkışının birkaç ay sonrası kararımızı verdik ve Elbrus tırmanışı programını hazırladık. Öncelikli hedefimiz, Elbrus zirvesine ayak basmak ve Elbrus’tan güzel anılarla dönmekti. Ciddi bir dağ olan Elbrus’un şakası yoktu. Her yıl 15-30 dağcının hayatını kaybettiği bu dağda bizim de oradayken, morallerimizi fazlasıyla bozan gelişmeler olacaktı.

 

7 kişilik ekibimizi kurduk. Ben Mehmet GÜLTEKİN, Cevat DEMİRCİ, Halis URHAN, Burhan YILDIZHAN, İrem SÖNMEZ ve Burak SARAL’dan oluşan ekibizin önderi Sinan FAKİR’di.
14 Ağustos 2015 sabahı 06.50 treni ile Konya’dan Kocaeli’ye hareket ettim. Saat 11.00 civarı Sian’la Kocaeli istasyonunda buluştuk. Son eksiklerimizi de tamamladıktan sonra dinlenmeye çekildik. Akşam saatlerinde Halis URHAN’la buluşup Sabiha GÖKÇEN’e doğru hareket ettik. Havaalanında diğer arkadaşlarımızla buluştuk. Pegasus her zamanki gibi rötar yaptı ve gece 02.30’da kalkacak olan uçağımız, 03.30’da kalktı. 1 saat 45 dakika süren bir yolculuktan sonra Rusya’nın Kabardino Balkarya Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti Nalçik’e 140 km uzaklığındaki bir kent olan Mineralny Vody (Minvody) kentine sabaha karşı indik. (Onur Air’in Nalçik’e de uçuşu var, biraz pahalı.) Oradan iki tane korsan taksi tutup üç buçuk saat süren bir yolculukla Terskol’a geldik. Buradan kartuşlarımızı alıp dağa hareket etmek için çantalarımızı indirdiğimiz yerde birazcık kestirdik. “Hıtçın”lı güzel bir kahvaltının ardından Çeget Köyü’nde Cultur Multur adlı mağazaya giderek kartuş satın aldık.

 

Bizim para ile kartuşun tanesi 15 TL. Yani çok ucuz. Buradan ve başka diğer mağazalardan kaz tüyü monttan tutun, plastik bota kadar her şeyi kiralamak mümkün. Sıfır kıyafet ve malzeme ile giden biri, en fazla 150 dolar ödeyerek 4 günlük tüm malzemesini kiralayabilir. 150 dolar çok görülmesin, sadece plastik botu satın almaya kalksanız 2000-2500 tl para ödersiniz.
Çeget’ten Azau köyüne kiraladığımız bir minibüsle çıktık. Burada son içeceklerimizi yudumladık ve kebablarımızı yedik. Çeget, Terskol arası çok yakın, bir km bile değil.

 

Yemek konusunda titiz olanlara ve inanç yönünden sıkıntı yaşayanlar için: Bu bölgede girdiğiniz her yerde rahatlıkla yemek yiyebilirsiniz. Çünkü bölge Müslüman bölgesi.

Azau’dan teleferikle 3700’e doğru yükselmeye başladık. Kişi başı 600 ruble vererek çıktıktan sonra, aynı biletle diğer teleferiğe de bindik. Sonuncu teleferige de ayrıca ücret ödeyip 3700’e ulaştık. Elbrus’un başı dumanlardan görünmüyordu. Kimsenin başı ağrımıyordu, midesi bulanmıyordu. Fakat akşama doğru ekibimizin tek bayan üyesi İrem’in mide bulantısı, kafa ağrısı ve o an kendisine söyleyemediğimiz ve işin tehlikeli boyutlara ulaştığının göstergesi olan göğüs ağrıları hepimizi tedirgin etti. Kaldığımız barellerin yetkilileri o an orada bulunan dağcı bir Rus doktoru gönderdiler ve Rus doktor tarafından İrem’in tedavisi yapıldı, gerekli ilaç ve sodadan sonra İrem iyileşti. Arada bir yine kontrolünü yapıyorduk. Hatta o gece, bir ara Sinan, Cevat ve ben İrem’in üzerine eğildik ve korkulu gözlerle “Nefes alıyor mu?” diye uzun süre baktık.
Ertesi gün 4550’ye aklimitizasyon yürüyüşü gerçekleştirdik. Amaç irtifaya uym sağlamak olduğu için ekip kendisini hiç zorlamadı. Gayet ağır bir tempoda, amacın yüksekte fazla zaman geçirmek olduğu düşüncesiyle, sisler içinde aklimitizasyonumuzu gerçekleştirdik.

 

16 Ağustos gecesi saat 02.00’de birinci zirve denemesi için karar almıştık fakat değişen hava koşulları, özellikle de hızı bir insanı devirecek kadar artacak olan rüzgardan haber aldıktan sonra, bir gün daha barellerimizde kalmayı uygun gördük. 16 Ağustos’u, Rus, İranlı ve Polonyalı dağcılarla ve barellerimizin işletmecileri olan Hakim abi ve barel aşçısı Zulya ile sohbet ederek geçirdik.
Özellikle bölgede kendisine “Balkari” ya da “Dağlı Türkler” diyen ve Türkiye’den gelenlere de “Türklü” diyen Balkar (Malkar) Türkleri’nin bizlere davranışları hepimizi duygulandırdı. Türkleri çok seviyorlardı ve bize sürekli bir şeyler ikram etmeye çalışıyorlardı. Ücret ödemeye kalktığımızdaysa bunu kibarca reddediyorlardı ve “Miz karındaşız.” diyorlardı. Çeget Köyü’ndeki pansiyoncu ablalar da aynı şekilde. Son gün ekip olarak Nalçik’e gitmeye karar verdiğimizde pansiyonlarında kalmamamızı hiç önemsemeyip bize ayarladıkları dolmuşçuya –benim Balkar Türkçesini anladığımı bilmeyerek- “Bunlara göz kulak ol, bunları iyi bir otele yerleştirmeden gelme, otelcilerle sen konuş, kazıklanmasınlar…” demesi neyi anlatmak istediğimi ifade etmiştir sanırım. Türkoloji mezunu olmam da bana, onları anlamam da büyük kolaylık sağlıyordu. Unutmadan Çeget’te Medina ablamızın yemeklerinden yemeden geçmeyin sakın.

 

15 Ağustos’ta biri İtalyan üçü Polonyalı 4 dağcının kaybolduğu haberi gelmişti. 15 Ağustos gecesi uyandığım vakitlerde dışarıya baktım birçok kez barelin penceresinden. Kar araçları, projektörlerini Elbrus’un zirvesine doğru tutmuşlar, kaybolan dağcıları, ışığa doğru çağırıyorlardı. İki gün böyle geçti. Hatta, kayıp dağcılar bulunmuş, dendi.

 

16 Ağustos’u 17 Ağustos’a bağlayan gece saat 03.00’da zirve yolculuğumuz başlayacaktı. Hava raporları çok iyi gösteriyordu. O gece saatlerimizi 02.00’ye kurmuştuk fakat heyecandan herkes 01.00 gibi uyandı. Hızlı bir hazırlanma başladı. Artık Elbrus’ta bir dostumuz vardı ve o gün akşamı bana, gece saat 02.00’de barellerin lokantasında yemeğimi yiyip zirveye o şekilde gitmemi tembihlemişti. Zulya’nın hazırladığı nefis yemekleri yedim ve çıkarken elime tutuşturuverdiği kumanyayı da gülümseyerek kabul ettim. Yemeklere para falan da vermedim. Vermek istedim ama bir türlü bunu başaramadım. O gece -8’de başlayan yürüyüşümüz -12’ye çıktı ve güneşin doğuşuyla birlikte +6 ve +8 arasında gezinmeye başladı. “Galiba sezonun en iyi günü tırmanıyoruz.” düşüncesi hepimizde hakimdi. İki zirvesin ortasında son molamızı verip, dik ve ürkütücü bölgeye geldik. Bizden başka birçok dağcı vardı Elbrus’ta o gün. Herkes, o günü beklemişti belli ki zirve atağı için.
Peşpeşe 3 ipe girdik pürsikle. Tepeye çıkınca 20 dakika mesafedeki Elbrus zirvesinin doğuya bakan tarafını gördük. Nefes alış verişlerimiz çok hızlıydı. Atmosfer basıncının ve havadaki oksijenin 3’te 1’e düştüğü 5000 rakımının 600 metre yükseğindeydik. Adımlar oldukça yavaş, hareketler durağan, ilerliyorduk. Sabah saat 08.15’te Elbrus zirvesine ulaştık.
Bu nokta Avrupa’nın en yüksek noktasıydı. Acaba bir gün Asya’nın da en yüksek noktasına… İnsan çok duygulanıyor böyle anlarda. Türklerin, Çerkeslerin, Rusların üzrine destanlar yazdıkları, bin dağdan daha ulu dağ, “Mingi Tav” dedikleri, Mingi=Bengü=Ölümsüz, Tav=Tau=Dağ; Ölümsüz Dağ dedikleri o dağın tepesindeydim. Türklerin ve Çerkeslerin ortak dağı, oğlum Kağan’ımın dağı…
Rüzgardan dolayı birkaç dakika ancak durabildiğimiz Elbrus zirvesinden dönüşe koyulduk. Birazcık kendimi rahatsız hissettiğim için Sinan’ın bilgisiyle önden hızlıca barellerimize doğru inişe koyuldum. O ara bir helikopter gözüktü ve Elburus’un çift zirvesinin arasına doğru girdi, çıktı. Sonra bir daha… Bir müddet görünmedi, sonra göründü ve hızla uzaklaştı. Sonra bir helikopter daha, sonra bir tane daha. Sağlık nedeniye hızla inmiştim ve ilk işim Hakim abiyi bulup, helikopterlerin geliş nedenini öğrenmek istiyordum. Hakim abiyi bulur bulmaz sordum. Aldığım yanıt bütün zirve sevincimi yitirmeme neden oldu. Helikopterler, 15 Ağustos günü kaybolan biri İtalyan üçü Polonyalı dağcılar için gelmişti. Kayboldukları gün, yollarını sis nedeniyle kaybetmişler, termoslarındaki sıcak suları bitmiş ve hipotermiye yakalanıp hepsi bir arada donarak ölmüşlerdi. Bir müddet barelime giremedim. İranlı bir dağcı arkadaşımla üzüntülerimizi paylaştık. Sonuçta onların yerinde bizler de olabilirdik.

Bu arada fazla sıvı almamanın cezasını çekiyordum ve şiddetli bir baş ağrısı eğilmemi engellediği için çantamı hazırlamama engel oluyordu. Saat 13.00 civarında herkes barellerindeydi.
Azau’ya inen son teleferik saat 15.30’daydı. Ona yetişmeye çalışıyorduk. Yıldırım nedeniyle son teleferik birkaç gündür çalışmıyordu. Bu yüzden birkaç km çantalar sırtta kayalardan atlaya atlaya aşağıya inecektik. Hakim’le ve diğer Balkar Türkü kardeşlerimizle kucaklaşarak vedalaştık, bizden Türk bayrağı istediler. Olanların hepsini verdik. Çok sevindiler.

 

Barellerin kahvesine Zirve Dağcılık Bodrum Temsilciliğinin flamasını astım. Sinan Kocaeli Dağcılık’ın flamasını astı. Türkiye’den bir şeylerin yanında kalıyor olmasına çok seviniyor görünüyordu Balkar Türkü kardeşlerimiz.
Lokantadan çıktığımda arkadaşlar bareli boşaltmış çoktan yola koyulmuştu. Hakim abiyle kaç defa vedalaştım hatırlamıyorum. Çantamı sırtıma alıp hızla yokuş aşağı inmeye başladım. Bir saat kadar sonra teleferik istasyonundaydık. Azau’ya indik. Oradan bir minibüs kiralayıp Çeget’e geçtik. Medina ablamızın yemeklerinden yedik ve yine Medina ablamızın ayarladığı bir minibüsle başkent Nalçik’e geçtik.

Burada üç şehir gezebilirsiniz: Nalçik, Minvody ve Pyetisgord.

Birkez daha Elbrus neden olmasın diyerek herkese kazasız belasız zirveler diliyorum.

Mehmet GÜLTEKİN
Zirve Dağcılık Bodrum Temsilcisi

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

By admin

İlgili Mesajlar

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »