Bozkır ve Akseki’de çekildi Ülkemizin dört bir yanından 25 doğa sporcusu, Torosları ilk kez Bozkır’dan Akseki’ye yürüyerek geçmek için 21 Haziran’da Konya otogarında buluştu.
Araçlarla önce Konya’dan Bozkır’a geldiler. Bozkır’da meşhur Çaybaşı’nda etli ekmekler yendi. Hazırlıklar tamamlandı. Bozkır ilçesinden yürüyüşün başlayacağı 1245 rakımlı Dere Kasabası’na hareket edildi. Burada son hazırlıklar tamamladıktan sonra, yürüyüşçüler bulutlu bir havada yola 24 km’lik yürüyüşün ilk etabını tamamlamak için yola koyuldu. O gün 1760 rakımlı Dipsiz Göl’de kamp atılacaktı. Dere Kasabası Konya’nın güneyinde Torosların içine gömülmüş bir kasaba idi. Sırasıyla, İmam Böğedi, Karşı Harman, Devrenk, Beşkart Taşı, tarihi öneme sahip Saclar, Akmuğar, Gökseki, Kızıl Ali Kayası, Aygır Dibi, Aygır Gediği, Sarot Gölü, tarihi değeri olan Sarot Yaylası yürüyüşünü gece karanlığında tamamladılar. Saclar’da ve Sarot Yaylası’nda mezar kazıcılarının aç gözlülüğünün nelere mal olduğunu yerinde görüldü. Kaya mezarları, kaya kabartmalarından çok az az şey kalmıştı geriye. Yürüyüşün iki saatlik bölümü çok tatlı bir yaz yağmuru altında geçti. Kurumuş Sarot Gölü, Çarşamba Çayı’nın çıktığı yer, yeni çiçek açmış yoncaların arasından akıp giden patikalar ve diğerlerinin hiçbirisi unutulmazdı. O gün hava kararırken Sarot Gölü kenarındaki kaya kabartmaları olan Kapıliçi Mağarası’nın önüne gelindi. Kurumuş gölün dümdüz zemini 1750 metrede çok ilginç görüntüler oluşturuyordu. Dağcılar sonra Sarot Yaylası’na geldiler. Orada yaylacıların ikram ettiği yayık ayranı ve yayla yoğurdunu doya doya yediler. Buradan 6 km mesafedeki Dipsiz Göl’e doğru gece karanlığında yola çıktılar. Dipsiz Göl, iki çeşmesi olan ve nilüfer çiçekleri ile bezeli bir yer. Hemen yanında Sülüklü Göl var. Bu iki göl de krater gölü.
Organizasyonu yapan Mehmet GÜLTEKİN şöyle devam etti: “Sabah kalktığımızda gölün büyüleyici manzarası ile karşılaştık. Karanlıkta geldiğimiz için bir şey görememiştik. Şimdi çelik gibi bir hava ve üzeri dumanlı bir göl… Çadırından çıkan herkes aynı şeyi söylüyor: ‘Hey, millet, uyanın, bu manzara kaçmaz.’ Gölün suyu havaya göre sıcak olduğundan göl suları duman duman buharlaşıyordu. Bu da insana büyük bir görsel şölen sunuyordu, 1970 metre rakımda Toroslarda.”
Dağcılar, hazırlıklarını tamamladıktan sonra 8’de yola koyuldular. Bu gün en zorlu gün olacaktı. 32 km yürünecekti. Sınıklı Yaylası(1974 mt.), Göktepe Yaylası(1984 mt.), Gelintaşı Yaylası(2165 mt.), Yörük obaları, çoban ağılları, terkedilmiş ve yıkılmış yaylaları aşıp Konya’nın Bozkır ilçesinin Dere Kasabasından başlayan yolculuk, Akseki’nin Çimi Köyü’nde bitecekti. Her şey yolundaydı. Göktepe ile Gelintaşı Yaylaları arasındaki 2284 metrelik en uygun geçitten geçip yürüyüşümüze devam edecektik. Tam bu geçitteki Yörük mezarlığını geçerken görmemeniz mümkün değil. Tuhaf oluyorsunuz. Türkler, mezarlarını neden en yüksek noktalara kazarlar. Bunun İslam öncesi inançların bir devamı olduğu kesindir. Türkler Gök Tanrı’ya inanırlarken mezarlarını en yüksek noktalara yapıyorlardı ki ölüler Gök Tanri’ya yakın olsun. Bu inanç bir gelenek olarak devam etmekte. Bunu yerinde görmek de Toros Dağ Geçişi’ne katılanlara nasip olmuş oldu. Geçitin hemen yanı başında duran 2804 rakımlı Yıldızlı Dağı’na zirve yapılacaktı fakat tam boyunda esen şiddetli rüzgar, sabahtan beri tırmanan ve bu nedenle ter içinde kalan dağcıları bir anda üşütmeye başlamıştı. Bu nedenle güneye ama bu sefer yokuş aşağı yemyeşil bir yamaçtan Gelintaşı Yaylası’na doğru hızlı bir şekilde yürüyüşe geçtiler. Grubun öncüsü ile artçısı arasındaki zaman farkı 45 dakika kadardı. Göktepe Yaylası’ndaki arıcı Mehmet Sarıkaya ile hoş sohbetler edildi, burada sular tazelendi. Göktepe Yaylası dağların arasına gizlenmiş bir cennetti. Dağcılar Arıcı Memet’ten bölge hakkında bilgiler aldı. Buradan çıkıp Gelintaşı Yaylası’na varıldı. Gelintaşı Yaylası’nda bir tarih yatıyordu: 97 yaşındaki Fatma Teyze. Dağların ve göç yollarının dili olmuş adeta alnındaki çizgiler. Başındaki paralı fesin ise onda modası hiç geçmemiş. Belki gelin gittiği evde takmışlardı ilk kez onu. O gün bugündür onu takınmadan çıkmaz evinden belli ki.
Bundan sonrasını yürüyüşü tertip eden Mehmet GÜLTEKİN’den dinleyelim: “Fatma Teyze’nin oğulları Hasan Özdemir ve Ahmet Özdemir, çocukları ve eşleri ile birlikte, hayatımız boyunca asla unutamayacağımız lezzetteki yayla yoğurdunu, yayla tereyağını ve yayla peynirini önümüze getirdiler. Yufka ıslattılar. Öyle bir ziyafet çektiler ki bize, karşılığını ödemek asla mümkün olmayacaktır. Sonra dağlar, Torosların içindeki yemyeşil düzlükler, Kalandıras, yaylalar, obalar, keçi yolları, toprak yollar, ladinler, ardıçlar, sedirler, zaman zaman görünen taş döşeli antik yollar, kaya resimleri, kalıntılar, dikine inişler, zorlu yokuş çıkışları… Hepsi bambaşkaydı, tıpkı orada bulunan tertemiz ve bambaşka 25 dağcı dost gibi. O akşam 32 km’lik dağ yürüyüşünü bitirip Çimi’ye indiğimizde bizi iki sürpriz bekliyordu. İlki Aksekili iş adamları Serkan KOCA, Alanya Remi Otel’in sahibi Hasan ŞAKİROĞLU bizlere Via Sebaste Tişörtü batırmışlardı. Teşekkür ettik kendilerine. Diğer sürpriz ise çadırlarımız kurulmuş bulmamız ve kocaman bir güveç, bulgur pilavı ve makarna yapılmış bizleri bekliyordu. Sakatlığı nedeniyle yürüyüşün bu kısmını araçla geçen arkadaşlarımızın sürprizi çok iyi geldi hepimize. Ellerine sağlık hepsinin. Bize oturup yemeği yemek ve arkasından soyunup dökünüp çadırımıza girmek kalıyordu sadece. Ama uyumak da neymiş! O geçe Çimi Köyü’nün onlarca yıldır kapalı olan okulunun bahçesinde ateş başında geç saatlere kadar muhabbet ederek vakit geçirdik. Gözlerimiz daha fazla dayanmıyordu. Ateşi söndürüp çadırlarımıza çekildik.”