Çar. Tem 9th, 2025
0 0
Read Time:5 Minute, 11 Second

Urla-Ildırı-Alaçatı-Karaburun Rotasına Yolculuk
Selçuk ilçesinden yola koyuluyoruz
Yakın çevremizde olduğu halde göremediğimiz bir bölgeye gitmek üzere Tanyeli Yıldızalp, Aykut Yıldızalp ve ben bir araya gelerek bir yolculuk planı yaptık ve önceden planladığımız gibi 30 Kasım 2010 saat 7.45’de Selçuk istasyonu yakınlarında buluşup eşyalarımızı araca yerleştirdikten sonra 8.14’de yola koyulduk. Yaklaşık 1,5 saat süren yolculuk sonrasında saat 9.45’de Antik Klazomenai kentine ulaşmıştık.

 
Urla’da sabah gezintisi
Urla’ya girdiğimizde ilk dikkatimizi çeken Klazomenai’de restore edilmiş antik çağ zeytinyağı işliği oldu. Arabamızdan iner inmez uzaktan bize işaret eden görevliyi gördük, yanına gittiğimizde alışıldığın dışında genç güler yüzlü ve hevesli bir görevli ile karşılaştık. Zeytinyağı işliği ve depoyu bütün ayrıntıları ile çok akıcı bir şekilde anlatan görevli Şemsettin Eyioğlu’nun çalıştığı işi severek yapan bir insan olduğu her halinden belliydi. Klazomenai zeytinyağı ticaretinde isim yapmış bir kent olduğunu öğrendik. Ayrıca Şemsettin Eyioğlu’nun bizi gezdirdiği bu yerin Klazomenai kalıntıları arasında yer alan ve M.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen bu zeytinyağı işliğinin tanımlanabilen en eski zeytinyağı üretim tesisi olduğunu öğrendik. Bu tesiste 2004-2005 yılında Ege Üniversitesi koordinasyonunda restorasyon ve yeniden inşa çalışmaları gerçekleştirilmiş ve ortaya mutlaka gezilmesi gereken iki yapı çıkmış. Yolu Urla tarafına düşen herkesin burayı görmesini önemle tavsiye edemeden geçemeyeceğim. Saat 10.15 olduğunda Urla sahiline ulaşmıştık, şehir içindeki eski Rum evlerini ve sahildeki şirin balıkçı teknelerini fotoğrafladıktan sonra daha önceden de gelme olanağı bulduğum Ankara Üniversitesi Sualtı Arkeolojik Araştırma ve Uygulama Merkezi, Arkeoparkına tekrar uğradım. Yeni yapılan tekneleri ve meşhur Uluburun teknesini fotoğrafladıktan sonra saat uzun zamandır görmeyi planladığımız Ildırı’ya gitmek üzere Urla’dan ayrıldık.

 
Ildırı’da arkeoloji ve kültür turu
Ildırı İzmir’in ilçesi Çeşme’nin 20 km. kuzey doğusunda uç kısımda yer alan, adını verdiği körfeze bakan bir turistik yerleşimdir. Köyün antik dönemdeki adı Erythrai’dir. Erythrai sözcüğünün Yunanca da “kırmızı” anlamına gelen Erythros’tan türediği, kent toprağını kırmızı renginden dolayı Erythra’nin “Kızıl Kent” anlamında kullanıldığı sanılmakta. Bir başka varsayıma göre ise kent adını ilk kurucu Giritli Rhadamanthes’in oğlu Erythros’tan almış. Köyün hemen girişinde arabamızı park ederek Athena Tapınağı ve Matrone Kilisesinin de bulunduğu köye hakim tepeye doğru yürümeye başladık. Köyün içinden tepeye doğru ilerlerken ilk dikkatimizi çeken köy evlerinde kullanılan kırmızı renkli taşlar oldu. Yolda tesadüfen karşılaştığımız 33 yıldır burada görev yapan emektar bekçi Hüseyin Yavuz’dan Ildırı köyü ve Erythrai Antik Kenti hakkında bilgi aldıktan sonra mübadele döneminde köyden ayrılan Rumların bıraktığı büyük kısmı yıkıntı haline gelmiş evlerin yanından ilerleyerek antik tiyatroya ulaştık. Burada kısa bir gezintinin ardından çıktığımız tepedeki yıkılmış Matrone kilisesi ve Athena tapınağı kalıntılarını gezdik. Tepeden aşağıya baktığımız da körfez ve köyün müthiş manzarasını keyifle seyredip bol bol fotoğraf çektik. Aşağıya doğru bir patika yol bulup tepe taraftaki değirmen ve sahildeki değirmen kalıntılarının da görülebileceği bir doğa yürüyüşü yaptık. Sahil yolundan köye ulaştığımızda tesadüfen girdiğimiz sokakta kitabesinde 1901 tarihi bulunan eski bir yağhaneye rastladık. İçeriye girdiğimizde 1960 yılından beri burayı işleten İsmet Vural karşıladı bizi. Yağhaneyi gezerken İtalyanların o dönemde İzmir’de yaptıkları zeytin posası sıkmaya yarayan makineyi hala burada kullanıldığını gördük. Yağ yapımı hakkında bilgi aldıktan sonra taze sıkılmış zeytinyağının tadına da baktık. Gezinti sırasında acıkanlar için ise Hüsnü Kaplan’ın ailesiyle birlikte çalıştırdığı Özlem Restaurant en göze çarpan seçeneklerden birisi. Hüsnü ustanın elibol fakat yemeklerinin fiyatları oldukça uygun. Bu kısa keyifli ziyaretin arkasından Alaçatı’ya gitmek üzere yola koyulduk.

 
Rüzgâr diyarı Alaçatı
Alaçatı girişinde tepeye dizili dört yel değirmeni karşılıyor bizi. Ildırı’dan yaklaşık yarım saat sonra ulaştığımız Alaçatı sokaklarında eski taş evlerin çok güzel restore edildiğini görmek bizi gururlandırdı. Meşhur sakızlı Türk kahvesi içtikten sonra sonbaharın sakinleştirdiği sokaklarda gezinmek oldukça keyifliydi. Rüzgâr diyarı Alaçatı yerli ve yabancı turistlerin uğrak mekanı olduğu gibi sörfçüler için de vazgeçilmez bir yer. Birbirinden güzel fotoğraflar çektikten sonra güneş batmadan Karaburun’a ulaşmak üzere Alaçatı’dan ayrıldık.

 
Börklüce Mustafa diyarı Karaburun
Kıvrımlı ve uzun bir yol sonrası hava kararmak üzereyken ulaştığımız Karaburun’da Hulusi Kaya karşılıyor bizi. Ayaküstü hasret giderdikten sonra önde Hulusi abinin aracı arkada biz kalacağımız eve gitmek üzere hareket ediyoruz. Hulusi abi eve varınca taze deniz levreği, salata ve rakıdan oluşan harika bir sofra kuruyor bize. Karnımızı doyurduktan sonra Alaçatı’dan aldığımız sakızlı tatlıları afiyetle yiyoruz. Yorgunluk çaylarını da içtikten sonra yarınki rotamızı belirliyor ve uyumak üzere odalarımıza çekiliyoruz. Sabah erkenden kalkıp güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra yakınlarda olduğunu duyduğumuz terk edilmiş bir yerleşimi bulmak üzere yola çıktık. Karaburun Belediyesi’nin bastırdığı haritada aradığımız yerleşimin Sazak denen eski bir Rum köyü olduğu yazıyordu. Kısa bir yolculuk sonrası Sazak köyünü görebileceğimiz bir noktaya ulaştık. Köye ulaşmak için 15 dakikalık bir yürüyüş gerekiyordu, rüzgârlıklarımızı giyip fotoğraf makinemizi kuşandıktan sonra köye doğru yürümeye başladık. Köyün hemen girişinde her tarafı define fareleri tarafından kazılmış bir çeşme vardı, köyün içine doğru ilerleyip tepenin diğer yüzünü de görünce köyün gerçek büyüklüğünü daha iyi anladım. Çok güçlü esen rüzgâra rağmen köyün her tarafını gezerek bol bol fotoğraf çektik. Yunanistan da ve Anadolu’da birçok eski Rum yerleşimini gezme ve inceleme şansını yakalamıştım fakat burası kesinlikle daha önce gezdiğim Rum yerleşimlerine benzemiyordu. Gerek yararlandığımız haritada gerekse İnternette yaptığım kısa araştırma sonrası okuduğum bütün yazılarda bu köyün Rum köyü olduğu yazıyordu. Fakat Sazak köyünden ayrılırken son anda fark ettiğimiz mezarlıktaki Osmanlı dönemine ait olduğunu düşündüğümüz mezar taşları benim burası hakkındaki kararsızlığımı biraz daha güçlendirdi. Bilindiği gibi Börklüce Mustafa ve onun yol arkadaşları Ege’de Karaburun’un dar vadilerinde kendilerine bir yurt yaratmışlardı. Börklüce Mustafa’nın başını çektiği Karaburun komünü Osmanlı’ya ve onun devşirme komutanlarına karşı giriştiği iki savaştan galip çıkmasını bilmiş fakat türlü hilelere başvuran düşman karşısında üçüncü savaşı kaybetmişti. Börklüce Mustafa ve onunla beraber esir alınan adamları Ayasuluk (Selçuk) Kalesinde türlü işkenceler yapılarak idam edildikten sonra onu kararlılıkla destekleyen Karaburun köylüleri de rahat bırakılacak değildi. Mübadele buradaki sessizliğin sebeplerinden biri fakat bir o kadar önemli bir etkende Börklüce Mustafa isyanı olmalı diye düşünüyorum. Bu konuyu Börklüce Mustafa hakkında hazırladığım araştırmada tekrar açmak üzere şimdilik bir kenara bırakıyorum.

 
Geri dönüş yolu
Yolculuğumuza başladığımız Selçuk ilçesine dönmek üzere aracımıza biniyoruz. Dolambaçlı ve manzaralı yollarda ilerlerken Sazak köyü benzeri birçok eski Rum köyünden geçiyoruz. Arkamızda güzel hatıralar ve yarım kalmış bir keşif bırakarak tekrar dönmeyi umduğumuz Karaburun’a veda ediyoruz. Anadolu Coğrafyasının bir başka cennet köşesinde gitmek üzere buluşana kadar yolculuğumuza son veriyoruz.

 
Yazı : Tanyeli Yıldızalp – Özgür Aydoğan
Fotoğraflar : Aykut Yıldızalp – Özgür Aydoğan

Happy
Happy
0 %
Sad
Sad
0 %
Excited
Excited
0 %
Sleepy
Sleepy
0 %
Angry
Angry
0 %
Surprise
Surprise
0 %

By admin

İlgili Mesajlar

Average Rating

5 Star
0%
4 Star
0%
3 Star
0%
2 Star
0%
1 Star
0%

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »