Medeniyetler Beşiği Mazgirt
Çok uzak değil, uzatsam elimi, dokunulacak uzaklıkta. Gidilmeyen yerler uzaklaşır sürekli, her yıl bir sonraki yıla erteler olmuştum, gidemediğim Mazgirt’i. İşte şimdi yıllar sonra, hayalimi gerçekleştirip soluğu Mazgirt ilçesinde alıyorum.
Her yıl otobüs Mazgirt Köprüsü’nde, Mazgirt yolcularını indirmek için durduğunda gözüm ilçe tabelasına ve tarihi eser tabelalarına takılır. Her seyahatim de tekrarlanır bu hal. Bir türlü yolum düşmez Mazgirt’e. Oysa tabelada yazan sadece 12 km. Mazgirt 12, Mazgirt Kalesi, Elti Hatun Türbesi, Çoban Baba Türbesi her biri 12 km mesafede. Çok uzak değil, uzatsam elimi, dokunulacak uzaklıkta. Gidilmeyen yerler uzaklaşır sürekli, her yıl bir sonraki yıla erteler olmuştum, gidemediğim Mazgirt’i. İşte şimdi yıllar sonra, hayalimi gerçekleştirip soluğu Mazgirt ilçesinde alıyorum. Dersim’in yedi ilçesi içinde en eski yerleşim yeri olma özelliğine sahip Mazgirt. Benim için önemi ise, Ovacık, Pertek, Nazimiye, Hozat, Pülümür’den sonra göreceğim altıncı ilçe olması. Geriye kalıyor Çemişgezek.
Mazgirt yolundayım, bakıp iç geçirdiğim tabelanın önünden geçerken heyecanlanıyorum. Kartpostalları aratmayan manzaranın eşliğinde ilerlerken yavaş yavaş yükseliyoruz. Ağaçlar yapraklara bezenmiş. Görünen o ki, bahar önce Mazgirt’e uğramış, merkezden sonra da Ovacık’a. Meralarda otlar diz boyu, aracın camından sızan bahar çiçeklerinin kokusu yalıyor burnumu. İçime çekiyorum derin derin.. Bir hafta sonra İstanbul’a döndüğümde koklamak zorunda kalacağım egzos kokusu olacak, düşünmek dahi ürpertiyor beni. Yol yılan gibi kıvrılarak yükseliyor, ağaçlar arasında ilerlerken. Meralar da, yer yer inekler ve keçiler otluyorlar, arabanın sesini duyup kaçmaya çalışanlar oluyor. Ve atlar, asil duruşları ile otlarken bile istiflerini bozmuyorlar. Mazgirt göründü, garaj ilçe merkezinin girişinde, inmiyoruz araçtan, şehir merkezine kadar götürüyor şöfor bizi. Yanımda İstanbul’dan arkadaşım Cemal var, Mazgirt’e yalnız gitmeme gönlü razı olmadı. Hadi bakalım öyle olsun diyerek düştük yollara, rotamızı çevirdik Mazgirt’e.. Nereye giderseniz gidin eğer çok iyi bildiğiniz bir bölge değilse mutlaka yerel rehber olmalı yanınızda. Siz her ne kadar araştırmanızı yapmış olursanız olun, yerel rehberin aktaracağı anekdotlar mutlaka olacaktır yöre hakkında. Cemal daha önceden tanıştığı Cihan’ı çağırıyor. Şimdi hazırız küçük gezimize… Mazgirt’ten dönüş için son aracın saat üçte de olduğunu hatırlatarak gezi planını iyi yapmasını istiyoruz rehberimiz Cihan’dan. Başlıyoruz gezimize..
Sırada Gölbağı Ermeni Kilisesi var. Yola devam daha yeni başladık. Merakla yanımıza gelen küçük çocuklarla vedalaşıp yürümeye başlıyoruz.. Ben ‘’çok uzak mı?’’ diye sorarken Cihan 30-40 metre ileride taş yığını haline gelmiş olan yapıyı gösteriyor, geldik diyor. İnanamıyorum, tarihin yok edilişine bir kez daha tanıklık ediyorum üzülerek. Bana kilise olarak gösterilen yapıdan geriye kalan bir yıkılmış duvar -diğer üçü yok zaten- kapı denir mi, emin olamadığım bir kapı, hepsi bu kadar. Cihan anlatıyor kilisenin başına gelenleri. Pek çok medeniyete beşiklik eden Mazgirt’te 1960 yılına kadar yaşayan Ermenilere ait olan kilise son 50 yılda ihmal ve bakımsızlıktan harabeye dönüşmüş. Önce tavanı çöken, daha sonraları define avcıları tarafından duvarları sökülen kilise, son zamanlarda yeni ev yapanların sökülen taşları kendi evlerinde kullanmak üzere almaları ile geriye sadece kalıntılar kalmış. Üzülerek bakıyorum neredeyse yerle bir olmuş duvarlarına. Çaresiz, üzgün ayrılıyoruz kilise kalıntılarından. Kilisenin tarihi hakkında yaptığım araştırmalarda, hangi yıllarda inşa edildiği hakkında bir bilgiye ulaşamadım.
Kalenin önüne gelip bakıyorum, surlarla çevrili kalenin üst kısmında köşk şeklinde bir yapının olduğunu söylüyor rehberimiz. Taşlar oyularak evler, sulama kanalları ve tüneller yapılmış. Kırkmerdiven dedikleri mağara geçişi de taşların oyulması ile yapılmış.
Yapımına 1257 yılında başlanmış ve 1400 yılında tamamlanmış olan cami Selçuklu dönemi mimarisini anımsatıyor. Cihan’ın verdiği bilgiye göre (büyüklerinin anlattıklarına dayanarak) caminin zamanında iki katlı bir kilise olduğu ve sonradan camiye dönüştürüldüğü. Alt katının zamanla çöktüğü ve tek katın kullanılır olduğu. Caminin minaresinin 1957 yılında inşa edilmiş olması anlatılanların üzerinde düşünmek gerektiğini gösteriyor. Caminin tarihi ve özellikleri hakkında bana bilgi verecek tarih ve sanat tarihi uzmanlarına ihtiyacım olacak anlaşılan. Anahtarını görevliden alıp giriyoruz içeri.
Boşluk karşılıyor sanki beni, yerdeki halılardan başka eşya yok neredeyse. Boş duvarlar, çok ilginç ne duvarlarda, ne de tavanda hiç bir şey yok. Aydınlatma lambaları da çok sade, çok kalamıyorum içeride saati hatırlatarak arkadaşlarıma, çıkıyorum camiden.
Ara sokaklardan Cihan’ın evine doğru hızlı adımlarla ilerliyoruz. Hava kapattı, karabulutlar ağlayacak üstümüze birazdan. Acele etmeliyiz, ben hazırlıklıyım yağmura, fakat, rehberimizin kıyafeti pek uygun değil, acelemiz Cihan için. Bize yorgunluk kahvesi ikram edecek, hayır diyecek durumda değiliz, mutlulukla kabul ediyoruz bu güzel teklifi. İlk damlaları düşerken bulutun rehberimizin bahçesine giriyoruz. Aniden bastırıyor yağmur. Bardaktan boşanırcasına tabiri burada hafif kalıyor bence. Sellere neden olan çok yağmurlar gördüm, ama, böylesini görmedim. Dersim’de bardaktan yağmıyor, sicim gibi dedikleri bu olsa gerek. Yağmura rağmen bahçede oturuyoruz, kahvelerimizi içerken. Böylece bir gezimiz daha sona eriyor. Cihan’a teşekkür edip kalkıyoruz. Yağmur altında koşarak otogara gidiyoruz, 15.00 da ayrılmayı düşündüğümüz Mazgirt’ten 14.00 minibüsü ile ayrılıyoruz.
Meralar yine diz boyu ot.. Atlar, inekler ve keçiler otlamakta yağmurun altında. Yol kenarlarında ve köylerde rastladığımız insanlar iki yolcusuyla geçen minibüse bakmakta. Ben hüzünle el sallarım insanlara; ‘’hoşçakalın, beni misafir ettiğiniz için teşekkür ederim, hoşçakalın.. Geride medeniyetler beşiği Mazgirt kalıyor ve görmek için vaktimizin kalmadığı Çoban Baba Türbesi. Oysa O’nun da tabelasında 12 km yazıyordu..
Yazı: Şükran Lılek YILMAZ